KRALIN ELBİSESİ

Eski zamanlarda bir Kral vardı. Bu Kral çok renkli elbiseleri vardı.
Yeni elbiseler için çok paralar harcıyordu. Kralın en çok sevdiği şey
ise bu parlak, güzel elbiseleri giyerek gezmekti. Bir gün bu Kralın
memleketine iki yabancı adam geldi. Bunlar dokumacı idiler. Akla hayale
bile gelmeyecek kadar kumaşlar dokuduklarını söylüyorlardı hep. Hemen
dokudukları bazı kumaşları gösterdiler. Renklere ve desenlere diyecek
yoktu. Bu kumaşların bambaşka bir özelliği de: Onları yalnızca zeki,
dürüst insanlar görebiliyordu. Aptalların ve değersiz adamların
gözlerine bu kumaşlar görünmüyordu. Kral bu söylentileri duydu ve kendi
kendine şöyle demiş: “Ah! Bu kumaşlardan bana ne güzel elbise olur! Bu
ustaları hemen çağırayım. Yalnız benim emrimde çalışsınlar ve yalnız
bana kumaş dokusunlar.” Adamlarını hemen göndererek kumaşçıları saraya
çağırtmış. Ellerine bol bol para vererek işe başlatmış. Sahtekar üç
kağıtçı ustalar hemen iki tane tezgah kurmuşlar. Çalışmaya da
başlamışlar. Fakat tezgahları üzerinde hiçbir şey yokmuş. Buna rağmen
ince iplikler ve parlak altın teller istemişler. Bunlar kendilerine
getirilince ceplerine koymuşlar ve boş tezgahlar üzerinde gece
yarılarına kadar çalışmışlar. Kral acaba iş ilerledi mi?” diye düşünüyor
ve biraz da üzüntü duyuyormuş. Çünkü kumaşı aptallar ve değersizler
göremeyeceklerdi. Bundan dolayı ilk önce kendisi gidip bakmaya cesaret
edemedi. Nihayet önce baş yardımcısını göndermeye karar verdi ve içinden
şöyle dedi: “O zeki ve değerli bir adamdır. Onun kadar hiç kimse işten
anlamaz. Kumaşın da güzel olup olmadığını o herkesten iyi takdir
edecektir.” Kralın emri üzerine baş yardımcı kumaşlara bakmaya gitti.
Fakat bomboş tezgahları görünce birden gözlerini yırtacak gibi açtı,
dikkatle bakmış: “Allah korusun, meydanda hiçbir şey göremiyorum.” Fakat
bu sözü yüksek sesle söylememiş, içinden söylemiş. Bu sırada iki usta
biraz daha yaklaşmasını rica etmişler. Boş tezgahları elleriyle
göstererek: “Kumaş görülmemiş derecede güzel, değil mi?” diye sormuşlar.
Fakat ihtiyar baş yardımcı ne kadar gözlerini açarsa açsın, hiçbir şey
göremiyormuş. Bunun üzerine şöyle düşünmüş: “Aman Allah’ım!
Ben gerçekten de aptalmışım demek. Bulunduğum mevkiye layık değilim,
değersizim. Bu feci bir şey! 0 halde bunları kimse göremez!” sonra her
şeyi görüyormuş gibi yaptı. Ustalardan biri hemen dokuma hareketlerine
devam ederek sormuş: “Hiçbir şey söylemiyorsunuz, neden acaba?” İhtiyar
baş yardımcı gözlüğünü iyice yerleştirerek baktı: “Ah! Çok nefis, çok
mükemmel” dedi, “gerçekten bu desen çok zarif, enfes!... Hemen gidip
bunu Krala bildireyim.” Dokumacılar: “Beğendiğinize çok memnun olduk”
diyerek, renklerin adlarını söylemişler ve desenleri anlatmışlar. Baş
yardımcı dikkatle bakıyormuş. Dolandırıcılar, baş yardımcıdan para ve
ipek istemişler. Gönderilen paralarla hiçbir şey almamışlar, olduğu gibi
ceplerine doldurmuşlar. Tezgahların üzerinde bir tek iplik bile yokmuş.
Bir müddet sonra Kral başka bir büyük memurun da yollayarak, kumaşın
nasıl olduğunu, bitip bitmediğini öğrenmek istemiş. Bu sefer de aynen
birinci seferki gibi olmuş. Adam bakmış bakmış hiçbir şey görememiş.
Çünkü, tüm tezgahlar bomboşmuş. Dolandırıcılar yine: “Çok güzel bir
kumaş değil mi?” diye sorarak hiç de görünürde olmayan o parlak
desenlerin güzelliğini anlatmışlar. Kral’ın
yüksek adamları: “Ben budala değilim” demiş, “bu durumda da bulunduğum
yüksek mevkiye layık olmadığım da meydana çıkacak. Doğrusu bunu
söyleyemem.” Böyle düşünerek, görmediği bu kumaşı beğenmiş gibi yaparak,
parlak renklerini ve güzel desenini övmüş. Krala gittiği zaman şu
bilgiyi vermiş: “Efendimiz, gerçekten de çok güzel” çok geçmeden,
olmayan bu parlak ve güzel kumaştan bütün şehirde konuşulmaya başlandı.
Sonunda Kral da yanına birçok saray adamlarını alarak, bu parlak kumaşı
görmeye gitmiş. Bunların arasında baş yardımcı da varmış. Dokumacılar,
meydanda iplik ve kumaş adına bir şey olmadan tüm gayretleriyle hiç
durmadan çalışıyorlarmış. Daha önceden gelen Kral’ın
adamları başkalarının gördüğünü zannederek, boş tezgahları işaret
ediyorlar ve Kral’a şöyle diyorlardı: “Efendimiz, şu desene, şu renklere
bakın. Kumaş cidden nefis değil mi?” Kral şaşkın şaşkın bakıyormuş.
İçinden de şöyle diyormuş: “Doğrusunu söylemek gerekirse, hiçbir şey
görmüyorum. Şimdi ben aptal mıyım, yahut değersiz, yani krallığa layık
değil miyim? Bu feci bir şey!” bu düşünce üzerine kendini toplamış ve
samimiyetle: “Gerçekten güzel! Bana çok yakışacak!” Sonra memnun olmuş
gibi başını sallamış ve boş tezgahlara bakmış. Bu sırada yanında bulunan
yardımcıları ve diğer adamlarının hepsi birden tezgaha bakarak
konuşmuşlar: uNe kadar parlak!” Yakında büyük bir geçit töreni
olacakmış. Kral’a bu kumaştan yapılacak elbiselerini törende giymesini
önermişler. Gururlanan Kral, bu dolandırıcılara, u5arayın Dokumacıları”
unvanını vermiş. Gel zaman git zaman tören günü yaklaşmış.
Dolandırıcılar artık bütün gece çalışıyorlarmış. Nasıl gayretle iş
çıkardıklarını herkes görsün diye on altı mum birden yakmışlar. Artık
kumaşı tezgahtan çıkarmış gibi yapmışlar. Bunlar, kendilerinde terzilik
yeteneği de olduğunu söylemişler. Krala dokudukları bu kumaştan
yapılacak olan elbiseyi de kendileri dikeceklermiş. Havada boşa hareket
eden kocaman makaslarla kumaşı kesmişler. İpliksiz iğnelerle dikmişler
ve sonunda: Artık elbiseler tamam!” demişler. 0 zaman Kral, hemen
sarayın büyükleriyle birlikte oraya gelmiş. Dolandırıcılar kolları üze
rinde bir şey varmış gibi yaparak: İşte Kralım, elbiseleriniz tamam.
Yardımcılar aslında hiçbir şey görmedikleri halde: “Evet” demişler.
Gerçekten de ortada hiçbir şey yokmuş. Dolandırıcılar saygı ile rica
etmişler: “Şimdi, saygıdeğer
Kralımız lütfen tüm elbiselerini çıkarsınlar, kendilerine şu büyük ayna ö
nünde yeni elbiselerini giydirelim.” Kral üzerindeki tüm elbiseleri
çıkarmış. Adamlar, sanki her parçayı ona ayrı ayrı giydiriyorlarmış gibi
yapmışlar. Kral hazretleri de, ayna karşısında durarak dönüp her yanına
bakarken orada bulunanlar şöyle diyorlarmış: “Harika! Ne desen! Ne
güzel renkler! Gerçekten mükemmel bir elbise!” Artık tören başlamak
üzereymiş. Kralın adamları: “Her şey hazır artık, dışarıda sizi
bekliyorlar. Geçişte tam başınızın üzeri ne tutulacak büyük şemsiye de
getirildi.” Demişler. Kral cevap vermiş: “Hazırım, yeni elbiseler bana
çok yakıştı, değil mi?” Kral yürüdüğü zaman arkasında sürünen uzun
eteğini Tutmakla görevli olan adamlar yerden bir şey kaldırıyor gibi
ilerlemeye başlamışlar. Kral, sokakta dört kişinin tuttuğu geniş
şemsiyesi altında haşmetle yürüyormuş. Kendisini gören herkes hayran
olarak haykırıyormuş: Yeni elbiseler ne kadar güzel! Hiç böyle elbise
görülmemiştir. Uzun etekleri de ne kadar hoş!” Hiç kimse bir şey
görmediğini belli etmiyormuş. Çünkü hiç kimse kendisine aptal, değersiz
denmesini istemiyormuş. Ansınız bir çocuk bağırmış: “A!....A!... Kral
elbiselerini hiç giymemiş!” Bu basım ve asil ses etrafa yayılmış ve
ağızdan ağıza dolaşmış. Sonunda bütün halk bağırmaya başlamış: “Evet,
evet! Kral, elbiselerini giymemiş!” Kral şaşkına dönmüş. Kendisine
halkın hakkı var gibi geliyormuş. Fakat artık geri dönülebilir miymiş?
Hiçbir zaman! “Devam edecek! Geçit devam edecek!” diye bizzat bağırmış
ve yoluna devam etmiş. Arkasındakiler hiç bozmadan eteklerini tutuyormuş
gibi ağır ağır ilerlemişler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder